İstanbul / Konstantinopolis (13.11.2021)

Galata Köprüsü + Galata Kulesi

İstanbul dünyanın en büyük, en önemli ve en güzel şehirlerinden birisidir. Boğazın iki yakasına yayılmış, olağanüstü güzellikteki tepeler, şehrin sakinlerini ve ziyaretçilerini sürekli büyüler. Dünya tarihinin en önemli komutanlarından ve devlet adamlarından biri olan Napolyon, “Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, İstanbul başkent olurdu” demiştir. Bu gerçekten de doğrudur. Dolayısıyla, İstanbul’un önemini anlayabilmemiz için tarihe bakmamız gerekir.

Çamlıca Tepesi / Çamlıca Camii
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü

Byzantion
İstanbul tarihi binlerce yıl öncesine dayanır, ama bilinen ilk yerleşim MÖ. 7. yy’da gerçekleşmiştir. O dönemde Antik Yunan yarımadasındaki şehir devletleri arasında Megara isminde bir şehir devleti vardır. Bu şehir devletleri ekonomik ve kültürel olarak o dönemin en ileri devletleridir. Ekonomik gelişimlerindeki en önemli nedenlerden biri, kolonileşme çabalarıdır. Megara şehir devletinin kralı olan Byzas, yeni bir koloni bulmak için Delphi’de bulunan Apollon (Yunan mitolojisindeki bilgelik tanrısı) tapınağına gidip kahine, kolonileşmek için en uygun yerin neresi olduğunu danışır. Kahin kendisine, körler ülkesinin karşısında yer alan topraklara gitmesi gerektiğini söyler.

Byzas bu ülkeyi bulmak için yola çıkar. Bugünkü tarihi yarımadaya (Sultanahmet bölgesi) geldiğinde, Anadolu yakasında bugünkü Kadıköy’ün olduğu bölgede bir yerleşim yeri (Chalcedon) olduğunu görür. Bu kadar güzel bir bölge varken insanların karşı kıyıda yerleşim yeri kurmalarından şaşkınlık duyar. Karşıda yaşayan insanların kör olduğunu düşünür. Kahinin söyledikleri aklına gelir ve bulunduğu bölgeye koloni kurar. Bu koloni kralın adını alır ve Byzantion / Byzantium olur.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü

Konstantin ve Konstantinopolis
Byzantion, MS. 4. yy’a kadar önemsiz bir şehir olarak kalır. Byzantion’un kaderi 312 yılında Konstantin’in İmparator olmasıyla değişir. Konstantin’in annesi Helena iyi bir Hristiyan’dır. Oğluna sürekli Hristiyanlıktan bahseder ve onun için dua eder. Konstantin, taht kavgaları sırasındaki son savaşından önce, gördüğü bir görüm dolayısıyla Hristiyanlığa sıcak bakmaya başlar. Sonrasında Hristiyanlara dini özgürlük verecek olan Milano Fermanı’nı imzalar. Bu fermanla Hristiyanların 300 yıl boyunca uğradıkları zulüm sona erer ve bu Konstantin’in en büyük başarılarından biridir.

Konstantin’in büyük bir projesi daha vardır. Bu proje, imparatorluğun başkentini başka bir yere taşımaktır. Bunun nedeni Roma’nın kuzeyden gelebilecek olan barbar akınlarına karşı savunmasız olmasıdır. Bu doğrultuda, bugünkü İzmit bölgesi olan Nikomedia’yı, Truva’yı ve bugünkü İstanbul olan Byzantion’u düşünür. Konstantin Byzantion’da karar kılar. Byzantion’da karar kılmasındaki en büyük nedenlerinden biri, Byzantion’un konumudur. Marmara Denizi, Boğaz ve Haliç dolayısıyla yarımada olması, Roma gibi yedi tepeden oluşması, ticaret yollarının kontrolünü sağlamaktaki eşsiz avantajı, Konstantin’in kararında etkili olur. Şehrin büyümeye, değişime ve gelişmeye açık olması da başka bir motivasyon olur. Çünkü Roma’nın pagan mirasını yok etmek yerine yeni bir başkenti doğrudan Hristiyan bir şehir olarak inşa etme şansı vardır.

Konstantin 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun başkentini Byzantion’a taşır ve şehrin ismini Nova Roma yani, Yeni Roma, koyar. Konstantin’in ölümünden sonra şehir Konstantinopolis ismini alır. Konstantinopolis yeni bir çağın yeni başkenti olur.

Istanbul ve Hristiyanlık Tarihi

İstanbul, 300 yıl süren ve Hristiyanların sürekli zulüm gördüğü karanlık dönemin sonunda yeni bir dönemi temsil eder. Konstantin’le başlayan ve Hristiyan Roma İmparatorlarının yönetimindeki Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul, Hristiyanlık tarihinde en önemli şehirlerden biri haline gelir. Günümüzde bütün Hristiyanların ortak olarak kabul ettikleri konsillerde (İznik Konsili, Chalcedon (Kadıköy) Konsili ve Konstantinopolis Konsili) İstanbul’un başken olduğu dönemde düzenlenmiştir.

İmparator Teodosius döneminde Selanik Fermanı ile Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelmiştir. Başkent Konstantinopolis ise yavaş yavaş Hristiyanlık merkezine dönüşmüştür.

İstanbul’da Roma İmparatorluğu’ndan kalma birçok yapı görebilirsiniz. Bunlardan en önemlileri Valens Kemeri (MS.364), Ayasofya (MS.537), Yerebatan Sarnıcı (MS.532), Aya İrini (MS.537), Galata Kulesi (MS.528)’dir.

İstanbul’un Fethi (1453)
İstanbul 29 Mayıs 1453 tarihinde, Fatih Sultan Mehmet’in komutanlığında, Osmanlı Ordusu tarafından fethedilmiştir. Fetih sonrasında Ayasofya gibi birçok kilise camiye dönüştürülmüştür. Kiliselerin camiye dönüştürülmesi aşamasında sanata düşkünlüğü bilinen Fatih Sultan Mehmet, bir fermanla mozaik ve diğer sanat eserlerinin yok edilmemesini ve sıva ile örtülmesini buyurur.

Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti haline gelen İstanbul, Osmanlı’nın yıkılışına kadar başkent olarak kalır.

İstanbul’da Osmanlı Yapıları: İstanbul’da birçok Osmanlı eseri görebilirsiniz. Binlerce cami, imparatorluk binası, kışla, okul, hamam arasında Sultanahmet Camii (1616), Süleymaniye Camii (1557), Topkapı Sarayı (1465), Rumeli Hisarı (1452), Dolmabahçe Sarayı (1856) gibi muhteşem eserler vardır.

Konstantinopolis mi, İstanbul mu?

Ülkemizde yanlış bir bilgi olarak algılanan ve zaman zaman karışıklığa sebep olan konulardan biri, İstanbul’un isim değişikliğiyle ilgilidir. Çoğu insan, İstanbul’un adının Osmanlı İmparatorluğu’nun fetih döneminde Konstantinopolis veya Konstantiniyye’den değiştiğini düşünmektedir. Ancak bu, kesinlikle yanlış bir bilgidir.

İstanbul, 1453’teki fetihten sonra da uzun yıllar boyunca Konstantinopolis veya Konstantiniyye olarak adlandırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü dönem boyunca da şehir genellikle bu isimlerle anılmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar olan süreçte İstanbul, Konstantiniyye olarak adlandırılmaya devam etmiştir. Osmanlı kaynaklarında da bu adın sıkça yer aldığını görebiliriz. İstanbul kelimesi ise aslında Yunanca kökenli olup “şehre gidiyorum” anlamına gelmektedir. Bu kelime, Türkçeye geçmiş ve zamanla şehrin resmi ismi haline gelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin isim değişikliği konusundaki resmi kararı ise 1929 yılında alınmıştır. Bu kararla birlikte Konstantinopolis veya Konstantiniyye yerine resmi olarak İstanbul ismi kullanılmaya başlanmıştır. Bu karar, hem yerel hem de uluslararası alanda şehrin yeni adının kabul edilmesini sağlamıştır.

Sonuç olarak, İstanbul’un isim değişikliğiyle ilgili olarak ortaya çıkan algı yanlıştır. Şehrin adı, Osmanlı döneminde de Konstantinopolis veya Konstantiniyye olarak kullanılmıştır ve Cumhuriyet döneminde resmi olarak İstanbul olarak değiştirilmiştir. İstanbul, tarihi ve kültürel mirasıyla bugün de önemini koruyan büyüleyici bir şehirdir.

Bizim Eller: Bahar geldi…

Nostalji Fotoğraf Çalışmalarım …

Sancak, Kork Mezrası, Üsküdar Mezrası. Karaboğa ve Kuruca…

Çayırın Sakinleri: Micro Cosmos [Fotoğraf Çalışmalarım]

Micro Cosmos, Çayırın Sakinleri.

Fotoğraf çekimlerimin önemli bir kısmı macro çekimlerdir. Bir zaman sonra böceklerin benden kaçmadığını ve onlarla bir bağ kurduğumu anladıktan sonra yaşamın asıl geçeğini de o an gözlerimle gördüm. Canlılar tamamen iletişimdeler ve bizlere bir şeyler haykırıyorlar. Böceklerde üzülürler ve ağlarlar, sevinç duyarlar. İçgüdü kavramı insanın üretip ortaya attığı bir kavram. Doğada her şey birbirine bağlı. İçgüdüsel olmadığını söyleyebilirim. Evrimsel süreci yaşayan tüm canlılar içerisinde beyni gelişen Homosapiens sapiensis, geçmişin ve geleceğin döngüsü içerisinde çözümlemeye çalıştığı Cosmos’u yanı başında daha detaylı incelemeli. Bilim, insanoğlu için yaşanabilir enerji üretmeli, yok eden türden değil. Nükleer silah üretmeyi kesmeli ve savaş sanayisine harcanan tüm ekonomi, yaşanabilir dünyaya harcanmalı.

Doğada her an önem taşıyor. Canlılar sonuç olarak bir süre yaşayabiliyorlar. Bu canlı türlerinin birçoğunu gelecek nesiller, bizler gibi görüp, dokunamayacaklar ve seslerini canlı dinleyemeyecekler. Hatta doğada bilinmeyen türlerin farkına bile varmadan yok oluşlarını bile çok ileri zamanlarda Paleontolojik çalışmalar ile fark edecekler. İnsanoğlu yaşadığı gezegeni çok yıprattı. Kirletti ve bunu doymaksızın devam ettiriyor. Peki ne olacak? Şartları zorlayan insan, doğal yaşamın daralması ve zamanla yok olmasıyla sadece diğer türleri değil, kendi sonunu da hazırlamış olacak. Ekosistemde piramidin en üstünde yer alan insan tüketirken, en altta olanlar ise üreticilerdir.

İnsan nüfusu tüm zamanların en doruk noktasına ulaştı. İnsanlar doğal bir ortamda piknik yaptıklarında geride inanılmaz bir kirli ortam bırakabilecek kadar basit düşünen canlılardır. Nitekim, savaşlardan başka bir şey düşünmeyen insanoğlu, üretkenliğini sadece yok etmek üzerine göstermektedir. Peki nedir insanın istediği? İnsan doymak bilmeyen bir türdür. Asla doymayacaktır. İnsan için çok kısa bir süre kaldı. Mutlaka bir an önce savaşlara son verip Dünyayı yeniden yaşanabilir hale getirmek için çaba sarf etmeli insanoğlu ve tek hedef doğal şartlarda üreten ve bunu paylaşan yöntemler ile bütün dünya toplumlarına bu paylaşma arzusu ve yaşama sevinci aşılanmalı….

Antropolog F.BAYCUMAN [İzmir]